YARGI REFORMU ÇERÇEVESİNDE 7188 SAYILI KANUN

Anasayfa > Bloglar > YARGI REFORMU ÇERÇEVESİNDE 7188 SAYILI KANUN

YARGI REFORMU ÇERÇEVESİNDE 7188 SAYILI KANUNLA GETİRİLEN DÜZENLEMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

7188 SAYILI KANUN İLE GETİRİLEN TUTUKLULUK SÜRELERİNE İLİŞKİN DÜZENLEMELER

CMK’da Öngörülen Tutuklama Süreleri

102’nci maddenin ilk iki fıkrası uyarınca özetle;
a) Ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmeyen işlerde azami tutukluluk süresi 1 yıl + 6 ay uzatma süresi ile birlikte toplam 1 yıl 6 aydır.
b) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, azami tutukluluk süresi 2 yıl + 3 yıl uzatma süresi ile birlikte toplam 5 yıldır.
c) TCK’nın İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü (Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar), Beşinci (Anayasal Düzene Karşı Suçlar), Altıncı (Milli Savunmaya Karşı Suçlar) ve Yedinci Bölümünde (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar) tanımlanan suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan suçlarda azami tutukluluk süresi 2 yıl + 5 yıl uzatma süresi ile birlikte toplam 7 yıldır.

102 nci maddedeki azami tutuklama süreleri, ceza muhakemesi evreleri bakımından toplam süreyi ifade etmektedir. Bu süreler belirlenirken soruşturma ya da kovuşturma şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. Bu süreler, azami sürelerdir. Bu sürelerin geçmemiş olması, mevcut tutukluluk durumunun her zaman hukuka uygun olduğu anlamına gelmeyecektir. Tutuklamanın şartları ortadan kalkmışsa, sürenin dolması beklenmeden tedbire son verilmelidir. Tutuklamada azami süreler geçirilmişse, kişi derhal salıverilecektir.

Yasada Tutuklama Tedbiri Yönünden Azami Süre Öngörülmesinin Sebebi

Kanun’da azami tutukluluk sürelerinin düzenlenmesi “tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkına dayanmaktadır.

Aynı şekilde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’in 5 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında da; “kişinin makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahip olduğu” belirtilerek, bu hak teminat altına alınmıştır. AİHM, Sözleşmenin 5 inci maddesinin 3 üncü fıkrasındaki “makul sürede yargılanma” ifadesinin anlamını, devletin kişiyi makul sürede yargılama yükümlülüğü şeklinde anlaşılabilecek “lafzi (gramatik) bir yorumu” reddederek ortaya koymuştur. Burada makul süreyi aşmaması gerekenin “yargılama” değil, “tutuklama” olduğunu net bir şekilde vurgulamıştır.

Bununla birlikte, kişinin tutuklu olup olmamasından bağımsız olarak, herkesin makul süre içinde yargılanma hakkının Sözleşmenin 6 ncı maddesinde güvence altına alındığına işaret etmiştir. (Wemhoff / Federal Almanya , 1968). Dolayısıyla tutuklulukta makul sürenin geçirilmemiş olması, tek başına, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucunu beraberinde getirmemektedir.

“Makul süre” kavramı, nisbi olduğundan ve bir kesinlik taşımadığından, Türkiye’de olduğu gibi, örneğin Fransa, İngiltere, Almanya ve İspanya’da, tutuklama tedbiri bakımından değişen suç kategorilerinde azami tutukluluk sürelerine yer verilmiştir. Bu kapsamda tutukluluk sürecinin Sözleşmenin 5 (3). fıkrasına aykırı olmaması ve makul süre şartını sağlaması için;

i) Makul şüphe (iç hukukumuzda kuvvetli şüphe) bulunmalı,
ii) Kararlar gerekçeli olmalı,
iii) Gerekçeler, konuyla ilgili ve yeterli olmalı,
iv) Tutukluluğu haklı kılacak kamu yararı (tutuklama nedeni) bulunmalıdır.

Tutukluluk Sürelerinin Hesaplanması

AİHM’e göre, tutukluluk süresi, kişi gözaltına alınmışsa bu tarihten, doğrudan tutuklanmışsa tutuklama tarihinden itibaren başlar. Tutuklama süresi bakımından, soruşturma ve ilk derece mahkemesince hüküm verilene kadar olan süreç göz önünde bulundurulmaktadır. Mahkemeye göre, mahkumiyet veya beraat kararıyla Sözleşmenin 5 nci maddesi anlamında tutukluluk sona ermektedir (Kemmache / Fransa, 1994).

Karardan önce kişi salıverilmiş ise, salıverilme tarihinde tutukluluk sona ermiş sayılır. Hükümden önce yeniden tutuklanmışsa, bu süreler toplanarak değerlendirme yapılır (Kemmache / Fransa, 1994).

Bağlantılı davalar birlikte görülüyorsa, azami tutukluluk süresinin, kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından dikkate alınması gerekir. Her suç için sürelerin toplanarak hesap edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez”.

AİHM, kanun yolu aşamasında kişiyi tutuklu değil, hükümlü kabul etmektedir (Wemhoff / F. Almanya, 1968). Denetim muhakemesinde karar bozulmuşsa, ilk derece mahkemesi önünde kişinin tutukluluğu yeniden başlar ve sürenin hesaplanmasında dikkate alınır (Solmaz / Türkiye, 2007; C. Demirel / Türkiye, 2009)

7188 Sayılı Kanun İle Getirilen Değişiklik Sonrası Tutuklama Sürelerindeki Son Durum

7188 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra, 102 nci maddenin 4 üncü fıkrası ile getirilen düzenlemenin, özel olarak soruşturma evresi açısından azami süreyi düzenlediği ve 102 nci maddenin 1 ve 2 nci fıkralarında öngörülen toplam azami sürelerin, değişiklikle birlikte yalnızca kovuşturma evresi bakımından dikkate alınacağı ve tutuklama sürelerinin kısalmadığı, aksine uzadığı şeklinde görüşler dile getirilmiştir.

Ancak bu görüşü kabul etmek hukuken mümkün gözükmemektedir. 102 nci maddenin 1 ve 2 nci fıkralarındaki süreler, hiçbir evre ayrımı yapılmadan, soruşturma ve kovuşturma evrelerini kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. 4 üncü fıkradaki düzenleme, tutuklamaya ilişkin azami olarak belirlenen toplam sürelerin uzaması sonucunu doğurmayacaktır. Kanun koyucunun amacının da bu olmadığı açıktır.

7188 sayılı Kanun ile eklenen fıkralar uyarınca, 102 nci maddenin bütünü ele alındığında, tutuklama sürelerindeki son durum şu şekilde özetlenebilir:

a) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde, soruşturma evresi bakımından tutukluluk süresi azami 6 ayı, kovuşturma evresi bakımından da 6 ay + 6 ay uzatma süresi ile birlikte 1 yılı geçemeyecek, bu suçlarda tutukluluk süresi toplamda azami 1 yıl 6 ay olabilecektir.
b) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, soruşturma evresi bakımından tutukluluk süresi 1 yıl, kovuşturma evresi bakımından da 1 yıl + 3 yıl uzatma süresi ile birlikte 4 yılı geçemeyecek, bu suçlarda tutukluluk süresi toplamda azami 5 yıl olabilecektir.
c) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlarda, soruşturma evresi bakımından bu süre en çok 1 yıl 6 ay + 6 ay uzatma süresi ile birlikte 2 yıl, kovuşturma evresi bakımından ise en fazla 5 yıl uzatma süresi ile birlikte toplamda tutukluluk süresi azami 7 yıl olabilecektir.

102 nci maddenin yeni eklenen 4 üncü fıkrası ile ilk defa “toplu olarak işlenen suçlar” bakımından, soruşturma evresine özgü azami tutukluluk süresine yer verilmiştir. (toplu işlenen suçlar yönünden azami gözaltı süresi zaten Kanun’da mevcuttu, m.91/3).

102 nci maddenin 4 üncü fıkrasında toplu işlenen suçlar bakımından “ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ya da girmeyen” şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. TCK ve Terörle MK’daki ilgili suçlar dışında, üçüncü bir kategori olarak toplu suçtan söz edilmiştir.

Şu halde, ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girmeyen, örneğin hırsızlık, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, dolandırıcılık gibi suçların en az üç kişi tarafından işlenmesi halinde, soruşturma evresinde tutukluluk süresi, 1 yıl 6 ay + 6 ay uzatma süresi ile birlikte 2 yıl şeklinde uygulanabilmesi, yasal açıdan mümkün hale gelmiştir. Uygulamada bu düzenlemelerin ne şekilde dikkate alınacağını ve tatbik edileceğini zaman gösterecektir.

SERİ MUHAKEME VE BASİT YARGILAMA HUSUSUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

Seri Muhakeme Kurumunun Değerlendirilmesi

Genel Bilgi

7188 sayılı Kanun ile 5271 sayılı CMK’nun 250. maddesi ile yargı sistemimize dahil olan seri muhakeme usulü, en öz ifade ile Kanun’da gösterilen bazı katalog suçlar için öngörülmüş mecburi bir muhakeme türüdür. Seri muhakeme usulü ile bazı suçlar bakımından Cumhuriyet savcısı ile şüpheli arasında bir anlaşma ortamının hazırlanması temelinde kanun koyucunun, ceza adalet sisteminin işleyişini hızlandırmak, suça karşı tepkideki gecikmelerinin meydana getirdiği aşınmaları ortadan kaldırmak ve kaynakları etkin kullanmak gibi amaçları olduğu anlaşılmaktadır

Öte yandan, bu tip istisnai kurumlar, iddia, savunma ve yargılama makamlarının temel işlevleri ve şüpheli/sanık hakları bakımından endişe uyandırabilmektedir.

5271 Sayılı CMK Kapsamında Seri Muhakeme

Seri Muhakeme Usulünün Uygulanma Koşulu CMK m. 250/1

“ Soruşturma evresi sonunda aşağıdaki suçlarla ilgili olarak kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmediği takdirde seri muhakeme usulü uygulanır ”  şeklindeki hüküm, bahse konu kurumun ana yapısı hakkında bilgi vermektedir.

Fıkra ile ilgili değinilmesi gereken ilk husus, seri muhakeme usulünün uygulanabilmesinin, Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturmanın sonuna gelinmiş olması, yani savcının, suçun işlendiği hususunda yaptığı araştırma faaliyeti neticesinde yeterli şüphe oluşturacak yeterli delile ulaşmış olması ve bu kapsamda iddianame düzenleyebilecek koşulların oluşmasına bağlı bulunduğudur Seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için ikinci şart, Cumhuriyet savcısının, iddianame düzenlemek yerine kamu davasının açılmasının ertelenmesi yolunu da işletmemesidir. Şu halde, CMK’nun 250/1. maddesindeki suçların muhakemenin konusunu oluşturduğu hallerde, Cumhuriyet savcısı suçun işlendiği hususunda yeterli şüpheye ulaşmış ve 250. maddede gösterilen suçlar üst sınırı üç yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiriyor olmasına rağmen, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı vermemişse, seri muhakeme usulünü uygulamak mecburiyetindedir; artık bu hususta bir takdir yetkisi yoktur. (Ayrıca bkz. CMSMY m. 8/4)

Burada dikkat edilmesi gereken, Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararını, şartları gerçekleşmediği için vermemiş olabileceği gibi bu durumun şartları mevcut olmasına rağmen takdir yetkisini o yönde kullanmamış olmasından kaynaklı da vermemi olabileceğidir. Bu anlamda kamu davasının açılması şartları oluşmadıysa, örneğin, Kanun’da öngörülen katalog suçlardan biri mevcut olup da şüphelinin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezası ile mahkûmiyeti söz konusu ise, bu durumda savcı yine serî muhakeme usûlü kararı vermek zorunda kalacaktır

Seri Muhakeme Usulünün Tatbik Şekli CMK m. 250/2,3

“(2) Cumhuriyet savcısı veya kolluk görevlileri, şüpheliyi, seri muhakeme usulü hakkında bilgilendirir.

(3) Cumhuriyet savcısı tarafından seri muhakeme usulünün uygulanması şüpheliye teklif edilir ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi kabul etmesi hâlinde bu usul uygulanır.”

CMSMY’nin 5. maddesinin 3. fıkrasına göre de “Seri muhakeme usulü, şüphelinin müdafi huzurunda özgür iradesi ile bu usulün uygulanmasını kabul etmesi hâlinde gerçekleştirilir.” Bu nedenle seri muhakeme usulünün uygulanmasını teklif etmek amacıyla şüpheli hakkında zorla getirme kararı verilemeyeceği gibi yakalama emri de düzenlenemez (CMSMY m. 5/7). Şüpheli kendisine yapılan seri muhakeme teklifini kabul etmemişse, muhakeme olağan şekilde seyreder. Ancak yine de şüpheli, iddianamenin düzenlenmesine kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak hakkında seri muhakeme usulünün uygulanmasını talep edebilir. Bu durumda Cumhuriyet savcısı tarafından seri muhakeme usulü uygulanır (CMSMY m. 5/11)

Seri muhakeme usulü, olağan ceza muhakemesine nazaran, şüphelinin başta savunma hakkı olmak üzere, çeşitli haklarını kullanmaktan sarfınazar ettiği bir muhakeme türüdür. Zira söz konusu muhakeme usulü, tabiatı itibariyle usul işlemlerinin hızlı yapılması anlayışı üzerine inşa edilmiştir.

Bu nedenle söz konusu usulün uygulanması, şüphelinin layıkıyla bilgilendirilmesi ve bu usulün uygulanmasını kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, seri muhakeme yapılarak şüpheli hakkında verilen hüküm hukuka aykırı olacaktır.

Diğer yandan, seri muhakeme usulünü teklif yetkisi sadece Cumhuriyet savcısındadır. Kolluğun, seri muhakeme usulü hakkında şüpheliyi bilgilendirmek dışında bu hususta bir yetkisi yoktur. Teklif de şüpheli tarafından ancak müdafi huzurunda kabul edilirse, bu özel usul uygulanabilecektir. Aksi takdirde, usule aykırılık söz konusu olacak ve yapılan muhakeme hukuka aykırı olacaktır. Eğer şüpheli kabul etmezse, zaten seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün olmayacaktır.

Seri Muhakeme Usulünde Talepname ve Hüküm (CMK m. 250/4-8)

Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan teklifin, müdafi huzurunda kabul edilmesi olasılığında, artık seri muhakemeye ilişkin iş ve işlemler başlayacaktır. Cumhuriyet savcısı, iddianame yerine seri muhakeme talep yazısı (talepname) düzenleyecek ve yetkili ve görevli mahkemeye bu yazıyı gönderecektir.

iddianamenin kabul edilmesinden sonra, suçun hukuki niteliğinin değişmesi gibi haller dışında, kovuşturma aşaması iddianamede gösterilen suç kapsamında tartışılmaktadır. Bu husus seri muhakeme talep yazısı ile de benzer niteliktedir. Fark, seri muhakeme usulüne ilişkin Kanun’da gösterilen tüm şartlara uyularak işlemler yapılmışsa, şüpheli hakkında seri muhakeme talep yazısında isnat edilen suç ve belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurulup, muhakemenin bu şekilde bitmesinden kaynaklanmaktadır. (CMK m. 250/9)

Ayrıca hakimin talebi reddetmemesi halinde talepte belirtilen yaptırım doğrultusunda hüküm kurması gerekmektedir. Hakimin yaptırımı değiştirme yetkisi bulunmamaktadır .

Bu anlamda Mahkeme, bu kurumların uygulanma şekli bakımından Cumhuriyet savcısının takdir yetkisine müdahale edemeyecek, Kanun’da söz konusu kurumların uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığı, süre bakımından değerlendirilmesi gereken bir husus olup olmadığı gibi (örneğin TCK m. 51/1, 1,a, 3 gibi) tartışmaya açık olmayan objektif hususlarda bir eksiklik söz konusu değilse, talepnameyi onaylayacaktır

Talepnamenin İadesi ve Reddi ile Seri Muhakeme Usulünün Tatbik Edilemeyeceği Haller (CMK m. 250/9-15)

Mahkeme, talepnamenin verildiği gün incelemesini derhal yapmakta, şüpheliyi müdafi huzurunda seri muhakeme usulü ile ilgili olarak dinleyerek usulü sonuçlandırmaktadır. (CMSMY m. 13/1)

Bu doğrultuda talep yazısını alan yetkili ve görevli mahkeme, temel olarak üç usul işlemi yapabilecektir:

1 – Sanığın dinlenilmesi,

2 – Talepnamenin incelenmesi ve koşulları varsa iade edilmesi,

3 – Talepnamenin incelenmesi ve koşulları varsa reddedilerek soruşturmanın genel hükümlere

göre sonuçlandırılması.

İlk olarak mahkeme şüpheliyi müdafi huzurunda dinleyecektir. Kanaatimizce bu dinleme sorgu niteliğinde değildir ancak bu durumda sorgu usulüne ilişkin CMK’nun 147. ve 148. maddesindeki kurallara uyulması gerekmektedir. Bu dinleme sırasında, teklifin Cumhuriyet savcısı tarafından yapılıp yapılmadığı, müdafinin teklif işlemine katılıp katılmadığı, isnat edilen suç, isnat edilen suça ilişkin olaylar mahkeme tarafından dinlenilmelidir. Zira Mahkeme, fiilin talepnamede nitelendirilmesinden farklı bir nitelendirme yaparak, talepnameyi reddedebilir.

Burada aklı meşgul eden bir soru, şüpheli tarafından, Cumhuriyet savcısının teklifi ve müdafi huzurunda kabul edilmiş olan seri muhakeme usulünden mahkeme huzurunda vazgeçilip vazgeçilemeyeceği sorusudur. Bir başka ifadeyle, daha önceden kabul edilmiş olan seri muhakeme usulünden mahkeme huzurunda dönmek mümkün müdür. Mahkeme önünde de açık ve net bir şekilde özgür iradesini açıklaması aranmış, mahkemeye gelmemeye dahi “vazgeçmiş sayılma ” sonucu bağlanmıştır. Diğer yandan zaten CMSMY m. 5/4 bu konuda açık bir düzenleme yapmış ve “Şüpheli mahkeme tarafından hüküm kuruluncaya kadar seri muhakeme usulünün uygulanmasına yönelik iradesinden vazgeçebilir.” düzenlemesine yer vermiştir.

Hükümden önce mahkemenin, şüpheli dışında muhakeme süjelerinden herhangi bir kimseyi dinleyip dinlemeyeceği yahut diğer muhakeme süjelerine şüphelinin dinlenileceği günü tebliğ edip etmeyeceğidir. Kanaatimizce bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün görünmemektedir

Ancak belirtmek gerekir ki seri muhakeme usulünün hükümle sonuçlandırılması halinde bu hüküm, varsa mağdur, suçtan zarar gören veya genel hükümlere göre katılma hakkını haiz olan kişilere tebliğ edilecektir. (CMSMY m.14/2). Kanaatimizce bunun nedeni, söz konusu kişilerin de hükme itiraz edebilme haklarından kaynaklanmaktadır.

Mahkeme’nin şüpheliyi dinlemesi ardından yapacağı ikinci işlem, üçüncü fıkradaki şartların gerçekleşip gerçekleşmediği ve eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olup olmadığı hususunu incelemektir.

Yani bu aşamada Mahkeme,

1) Seri muhakeme usulünün şüpheliye Cumhuriyet savcısı tarafından mı teklif edildiği,

2) Şüphelinin teklifi müdafii huzurunda mı kabul ettiği ve,

3) Seri muhakeme talep yazısında isnad edilen eylemin seri muhakeme usulü kapsamında bir suç olup olmadığı hususlarını inceleyecektir.

Eğer tüm bu şartlar oluşmuşsa Mahkeme, talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kuracak, aksi takdirde talebi reddedecek ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderecektir. Ancak kurulan hükme itirazın mümkün olabileceği, buna karşılık genel hükümlere göre soruşturmanın sonuçlandırılması için dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesi olasılığında, savcının bu kararla bağlı olduğu ve bu karara karşı gidilebilecek bir kanun yolu olmadığı görüşü ifade edilmektedir.

Madde metninde Mahkeme’nin, “eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine ” varmasından söz etmekte ve Mahkeme’ye fiilin hukuki değerlendirmesi konusunda bir takdir yetkisi tanımaktadır. Bu nedenle hakim, Cumhuriyet savcısının suça ilişkin vasıflandırmasıyla bağlı olmayıp, farklı bir sonuca ulaşması halinde talebi reddedecektir.

Seri muhakeme usulünün bazı kişiler bakımından uygulanması mümkün değildir. Zira bu sistem, iradi olarak kişinin kendisine yaptırım uygulanmasını kabul etme ve bu suretle bir anlaşmanın tarafı olma yetisini gerektirmektedir. Bu nedenle seri muhakeme usulü, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile sağır ve dilsizlik hâllerinde uygulanmaz. (m. 250/12, CMSMY m. 7/1) Yine resmî mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma dosyasında yer alan adreste bulunmama veya yurt dışında olma ya da başka bir nedenle şüpheliye ulaşılamaması hâlinde, seri muhakeme usulü uygulanmaz. (m. 250/13, CMSMY m. 5/6). Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, şüphelinin yurt dışında olması yahut adreste bulunamaması hallerinin tek başına seri muhakeme usulünün uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği, bunun için ayrıca şüpheliye ulaşılamıyor olması gerektiğidir

Suçun iştirak hâlinde işlenmesi durumunda şüphelilerden birinin bu usulün uygulanmasını kabul etmemesi hâlinde de seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün değildir. (m. 250/11, CMSMY m. 7/2). Doktrinde, şüphelinin teklifi kabul etmesi ve fakat suçun iştirak halinde işlendiğinin sonradan anlaşılması durumunda, hükmün kurulup kurulmadığına göre bir ayırım yapılması gerektiği ifade edilmektedir. Bu kapsamda eğer hüküm kurulmuşsa, sonradan ortaya çıkan şüphelinin teklifi kabul etmemiş olması, kurulan hükmün bu sebeple ortadan kalkmasını gerektirmeyecektir

Son olarak, seri muhakeme usulünün herhangi bir sebeple tamamlanamaması veya soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi hâllerinde, şüphelinin seri muhakeme usulünü kabul ettiğine ilişkin beyanları ile bu usulün uygulanmasına dair diğer belgeler, takip eden soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde delil olarak kullanılamaz. Söz konusu yasak, seri muhakeme usulü başladıktan sonra elde edilen deliller için geçerli olup, seri muhakeme usulünün uygulanmasından önce elde edilen deliller bu yasağın dışındadır

Basit Yargılama Kurumunun Değerlendirilmesi

7188 sayılı Kanun ile 5271 sayılı CMK’nun 251. maddesi ile yargı sistemimize dahil olan basit yargılama usulü üst sınırı belirli bir ağırlığın altında olan suçlar için öngörülmüş takdiri bir muhakeme türüdür.

5271 Sayılı CMK Kapsamında Basit Yargılama

Basit Yargılama Usulünün Uygulanma Koşulu CMK m. 251/1

CMK’nun 251/1 inci maddesinde yer alan “Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir” şeklindeki hüküm, bahse konu kurumun ana yapısı hakkında bilgi vermektedir.

Basit yargılama usulünün tatbiki açısından öncelikle iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi gerekmektedir (CMK m.175

Süreler açısından ne şekilde bir belirleme yapılacağına ilişkin olarak doktrinde daha az veya daha fazla ceza gerektiren nitelikli hallerin dikkate alınmayacağı, suçun temel şeklinin esas alınacağı ifade edilmektedir. Zira bu görüşe göre, kanun koyucu aksi bir düşünce olsa idi TCK m.61/3 düzenlemesine benzer bir düzenleme öngörülebilirdi. Bununla birlikte, nitelikli haller açısından ayrıca alt-üst sınırların belirlendiği suçlar açısından, bu sürelerin dikkate alınacağı ifade edilmektedir. Kanun koyucunun “karar verilebilir” şeklinde yaptığı düzenleme gereği, mahkemeye bu usulün tatbiki hakkında takdir yetkisi verilmesi hususudur.

Bahse konu düzenleme açısından mahkemenin basit yargılama usulünü tatbik edebilmesi için diğer fıkralarda yer alan istisnalar saklı kalmak şartıyla ( bkz. 251/7 ve 8. fıkra) ilgili suç tipi için öngörülen cezanın sadece adli para cezasını içermesi, adli para cezası ile seçimlik olarak üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren bir suç olması, adli para cezasının yanında üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren bir suç olması veya sadece üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren bir suç olması yeterli olacaktır.

Takdir hakkını Mahkeme’ye bırakmak kurumun işlevini azaltacaktır. Ayrıca yine bazı Mahkemelerce bahse konu kurum tatbik edilecekken, diğerleri tarafından tatbik edilmemesi usul açısından ve özellikle de ¼ oranında ceza indiriminin kimi sanıklar hakkında uygulanacakken diğerlerine tatbik edilmemesi sebebiyle farklılıklara yol açacaktır

Basit yargılama usulünün tatbikinin takdiri konusunda herhangi bir ölçüt konulmamasına karşın, doktrinde, iddianamenin kabulü ile birlikte Mahkeme’de vicdani kanaatin oluşması için ayrıca delil ikamesi ihtiyacı da hissedilmiyorsa bu usule müracaat edilebileceği düşünülmektedir. Ayrıca bu görüş açısından Mahkeme’nin vicdani kanaatin oluşması için delil ikame etmesi gerekiyorsa, CMK m. 217/1 gereği bu usule başvurulmamalıdır

Basit Yargılama Usulünün Tatbik Şekli CMK m. 251/2

CMK’nun 251/2. fıkrasında basit yargılama usulünün ne şekilde tatbik edileceğine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Bahse konu fıkrada “Basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verildiği takdirde mahkemece iddianame; sanık, mağdur ve şikâyetçiye tebliğ edilerek, beyan ve savunmalarını on beş gün içinde yazılı olarak bildirmeleri istenir. Tebligatta duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceği hususu da belirtilir. Ayrıca, toplanması gereken belgeler, ilgili kurum ve kuruluşlardan talep edilir” denilmektedir.

251/2. fıkrada iddianamenin sanığa, mağdur ve şikayetçiye tebliğ edileceği ifade edilmekle birlikte, muhataplarının iddianameyi sadece tebliğ almış olmalarının hukuken yeterli olmadığı özellikle de iddianamede yer alan suçlamaların sanık tarafından tam olarak anlaşılması ve savunmaya imkan tanır bir açıklıkta olması gerekmektedir.

Doktrinde suçlamayı ve hakları öğrenme hakkı kapsamında “silahlar gerçekten eşit ” olsa bile hukukçu olan hakim ve savcının geniş bilgisi karşısında şüpheli/sanığın aciz kaldığı ve şüpheli/sanığa bütün haklarının hatırlatılması gerektiği ifade edilmektedir. Nitekim bildirimin isnadı ve hakları öğrenme ilkesi doğrultusunda belirsiz ve genel ifadelerle yapılmaması gerektiği ifade edilmiştir

Basit Yargılama Usulü Açısından Hüküm (CMK m.251/3)

Söz konusu düzenleme “Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın, Türk Ceza Kanununun 61 inci maddesi dikkate alınmak suretiyle, 223 üncü maddede belirtilen kararlardan birine hükmedilebilir. Mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir ” şeklindedir.

Beyan ve savunma için verilen süre dolduktan sonra mahkemece duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın ” şeklinde yer verilen düzenleme açısından, basit yargılama usulünün esasında klasik anlamda bir muhakeme olmadığı söylenebilir.

Bahse konu kurum açısından sözlülükten yazılılığa doğru bir evrilme olduğu görülmektedir. Bu kurum açısından mahkemenin gerek görmesi halinde bu usulden vazgeçerek m.251/6 gereğince “hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebilir” ifadesi re’sen araştırma ilkesinin tamamen göz ardı edilmediği kanaatini uyandırmaktadır.

AİHS’e göre (md.6/3-d) “sanığın, iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmesini ve dinlenilmesini isteme ” hakkına sahip olduğu ifade edilmektedir ki bu husus doktrinde, maddi gerçeğin re’sen araştırılma ilkesi kapsamında ele alınmaktadır

Basit yargılama usulünde ise tanıkların sadece yazılı beyanlarının alınması mümkündür(m.251/2. ). Ayrıca taraflardan on beş gün içerisinde savunmanın hazırlanma zorunluluğunun adli yargılanma hakkı kapsamında güç olabileceği bu anlamda sürenin etkin şekilde kullanılabilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmektedir.

Basit yargılama hakkında sanığın, yazılı beyan verme haricinde bir fonksiyonunun olduğu ifade edilemez.

61. Maddede yer alan kimi hallerin duruşma olmaksızın ne şekilde tespit edileceği ve cezanın belirlenmesinde dikkate alınacağı izaha muhtaçtır. Bu durumlara kısaca değinecek olursak 1-f )Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, 2) Suçun olası kastla ya da bilinçli taksirle işlenmesi  gibi sübjektif unsura dahil olan özelliklerin mahkemece sadece yazılı beyan üzerinden tespitinin güç olduğu açıktır.

Fıkrada “mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir ” ibaresi yer almakta olup bu hükmün amacının ne olduğu konusu belirsizdir.Seri muhakeme usulünde olduğu gibi kurumun işlemesi için şüpheliye teklif ve teklifin kabulü halinde cezanın indirilmesi gibi bir teşvik ve bir avantaj söz konusu olmamasına rağmen, basit yargılama usulü tatbik ediliyor diye cezada indirime neden gerek duyulduğuna ilişkin bir gerekçe bulunmamaktadır.

Basit Muhakeme Usulünde Hükmün Sonuçları (CMK m.251/4-6)

251/4. Fıkrada uygulamada farklılıklara neden olmama adına mahkemenin bu usulde de kısa süreli hapis cezasını seçenek yaptırımlara çevrilebileceği, hapis cezasını erteleyebileceği ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verebileceği ifade edilmektedir.

251/6. fıkrada, “mahkemece gerekli görülmesi hâlinde bu madde uyarınca hüküm verilinceye kadar her aşamada duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam edilebileceği” düzenlenmiştir. Böylece söz konusu fıkra, mahkemelere basit yargılama usulünden vazgeçilerek gerekli görüldüğü takdirde duruşma açmak suretiyle genel hükümler uyarınca yargılamaya devam etme imkanı vermektedir.

Duruşma açıldıktan sonra Mahkemenin tekrar basit yargılama usulüne dönerek örneğin cezanın belirlenmesinde 251/3. fıkrayı esas alıp alamayacağı belirsizdir. Kanaatimizce mahkemenin maddi gerçeğe bu usulle ulaşılamayacağına kanaat getirmesi halinde artık basit yargılamanın ve dolayısıyla basit yargılamanın öngördüğü indirimin de tatbik edilmesi söz konusu olmayacaktır.

Doktrinde suçun hukuki niteliğinin değişmesi veya cezanın artırılması veya cezaya ek güvenlik tedbirlerinin ortaya çıkmasından dolayı ek savunma ihtiyacı ortaya çıkması halinde 226. madde uyarınca duruşma açılabileceği ifade edilmektedir

Yukarıda belirttiğimiz fikre uygun olarak, mahkemenin basit yargılama kapsamına girmeyen bir uyuşmazlığı bu kapsamda ele alması ancak daha sonra bu durumu re’sen ya da tarafların ileri sürmesiyle fark etmesi halinde bu fıkranın tatbik edilip edilemeyeceğine ilişkin Kanun’da açık bir hüküm olmasa da buna gerek olmadığı, 251/6. madde gereği, duruşma açılarak işin muhakemenin genel hükümlere göre görülebilecektir.

Bu durum uyuşmazlık açısından CMK’nun 251/7-8 inci fıkralardaki hallerden birinin gerçekleşmesi sonucu olabileceği gibi yukarıda ifade edildiği üzere suçun hukuki niteliğinin değişmesi veya cezanın artırılması veya cezaya ek güvenlik tedbirlerinin söz konusu olması ihtimalinde de gerçekleşebilir. Bu takdirde basit yargılama usulü terk edilerek genel yargılama prensipleri geçerli olacaktır ki sanık da ¼ lük ceza indirimi hakkından mahrum kalacaktır Ancak kanaatimizce eğer ortaya çıkan yeni durum 251/1. maddede yer alan sınırlar içerisinde bir ceza aralığına tekabül ediyor ve basit yargılama usulünün uygulanamayacağı haller kapsamına girmiyorsa, CMK m.226 uyarınca ek savunma istenmesi mecburi ise de bunun için duruşma açılıp genel hükümlerle devam etmeye gerek yoktur. Duruşma açılıp genel hükümlerle devam edilmesi halinde artık sanık hakkında ¼ indirimin uygulanamayacağı, kurumun amacının belirli cezanın altında kalan suçlar hakkında süratli bir yargılama görülmesi olduğuna göre, duruşma açılmasının son çare olduğuna, mümkün oldukça sanığın indirimden, yargının da kurumdan istifade etmesinin sağlanması gerekir.

Basit Yargılama Usulünün Tatbik Edilemeyeceği Haller (CMK m.251/7-8)

251/7. maddede basit yargılama usulünün istisnalarına sınırlı sayıda yer verilmiştir. Buna göre adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren bir suç açısından, “failde yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâlleri söz konusu ise ve bahse konu suç hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında ” uygulanamayacaktır.

Öncelikle fıkradaki durumun iki kısım halinde ele alınması gerekmektedir. Birinci kısım kusurluluğu azaltan ve ortadan kaldıran haller; diğer kısım ise soruşturma ve kovuşturma koşulları ile alakalıdır. Maddenin yedinci fıkrasına gerekçe olarak “yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik halleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında faillerin özel durumları sebebiyle elde edilen delillerin duruşmada tartışılmasının ve taraf beyanlarının bizzat hâkim tarafından alınmasının gerekli olması sebebiyle basit yargılama usulünün uygulanmayacağı” gösterilmektedir

Yaş küçüklüğünün hangi evrede olacağı hususunda Kanun’da herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Doktrinde yaş küçüklüğünün fiilin işlendiği tarih mi yoksa muhakemenin gerçekleşeceği tarihte mi söz konusu olacağı konusunun belirsiz olduğu ifade edilmektedir

Kanaatimize göre, basit yargılama usulünün uygulanması için fiilin işlendiği tarih değil yargılamanın gerçekleştiği tarih esas alınmalıdır. Madde gerekçesinde taraf beyanlarının bizzat hâkim tarafından alınmasının gerekli olması sebebiyle bu istisnaya yer verildiği görülmektedir. Dolayısıyla yargılama esnasında kişi, yaş küçüklüğü sınırından uzaklaşmış ise, artık basit yargılama usulünü uygulamada bir sakınca yoktur.

Özetlersek fiili işlediği tarih itibariyle 17 yaşında olan bir kişinin , 251/1. maddede basit yargılama usulünün “iddianamenin kabulünden sonra ” gündeme geldiği düşünüldüğünde, bu tarih itibariyle 18 yaşını doldurmuş ise artık bu usulün uygulanmasında bir sorun yoktur. Gerçekten 16 yaşında suç işleyen bir çocuk hakkında eğer 18 yaşına kadar bir yargılama yapılacak olur ise bu durumda failin cezasında sadece TCK m.31/3. madde kapsamında indirim yapılacak iken, bu kişinin 18 yaşını tamamlaması ve dolayısıyla basit yargılamanın süjesi olması ihtimalinde hem TCK m. 31/3 hem de 251/3 üncü fıkra kapsamında indirim yapılacaktır. Her ne kadar yukarıda da ifade edildiği üzere bu durum adaletsizliğe yol açsa da kanaatimizce kanun koyucunun amacı muhakeme işlemlerinin yapıldığı esnada sanığın yaşının bu işlemleri idrak edecek bir yaşta olmasıdır. Şüpheli hakkında soruşturma açılmasının ardından iddianamenin kabulünden sonra yani şüphelinin sanık sıfatına kavuşmasının ardından 18 yaşını tamamlaması ihtimalinde artık genel hükümlere göre başlanan muhakemenin, basit yargılamaya dönmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bununla birlikte maddede gerek bu hususa gerekse de bahse konu adaletsizliğe engel ve açık bir düzenleme yapılması gerektiğini düşünmekteyiz

251. Maddenin 8. ve son fıkrasında “basit yargılama usulü kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen başka bir suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde bu usulün tatbik edilemeyeceği” ifade edilmektedir.

Basit Yargılama Usulü Açısından İtiraz (CMK m.252/1—6)

Basit Yargılama Usulünün İtiraza Tabi Olması (CMK m.252/1)

252. Maddede kanun koyucu, basit yargılama usulünde itirazı düzenlemektedir. Kanun koyucu basit yargılama usulü ile verilen hükümlere karşı itiraz edilebileceğini  öngörmekte ve (m.252/1) süresi içinde itiraz edilmeyen hükümlerin kesinleşeceği belirtilmektedir. Doktrinde basit yargılama açısından öngörülen itiraz usulünün, normalde itiraz kanun yolunun hükümler için geçerli olmamasına rağmen bu usul açısından geçerli olması bakımından, istisnai bir durum olduğu ifade edilmektedir

Bu anlamda itiraz usulü 268/1. madde gereğince ilgililer tarafından kararın öğrenildiği günden itibaren yedi gün içinde basit yargılama neticesinde karar veren mahkemeye başvuru suretiyle gerçekleşecektir

İtirazın Sonuçları (CMK m.252/2

Hükme itiraz hakkı olan taraflarca yapılan itiraz üzerine hükmü veren mahkemece duruşma açılır. İtirazın kabulü üzerine basit yargılama usulü değil genel hükümlere göre yargılamaya devam olunur.

Kanun koyucu tarafların gelmemesi ihtimalinde de duruşmanın yapılacağını ve yokluklarında 223. madde uyarınca hüküm verilebileceğini düzenlemektedir. Bu hususun taraflara gönderilecek davetiyede yazılacağını ifade etmektedir. Duruşmadan önce itirazdan vazgeçilmesi hâlinde duruşma yapılmaz ve itiraz edilmemiş sayılır.

252/2. Fıkrada itiraz açısından yargılamanın duruşmalı olacağı, istisnai olarak duruşmasız olacağı ifade edilmektedir. Basit yargılama usulünde, kararını düzeltmesi açısından mahkemenin müracaat edebileceği yegâne usul duruşma açılmasıdır. Doktrinde bu usul açısından mahkemenin başka bir şekilde kararını düzeltme ihtimalinin göz ardı edildiği ifade edilmiştir

Duruşma Açılmasının Sonuçları (CMK m.252/3

Üçüncü fıkra düzenlemesi gereğince, duruşması açılan ve genel hükümlere göre devam eden yargılama neticesinde Mahkeme’nin basit yargılama usulüne göre verdiği hükümle (m.251) bağlı olmadığı anlaşılmaktadır. Bu anlamda itiraz halinde, sanığın 251/3. maddedeki indirim hakkından da yararlanma imkânı ortadan kalkacaktır.

İtirazın sanık dışındaki kişiler tarafından yapıldığı hâllerde basit yargılama usulünün getirmiş olduğu indirim korunacaktır. Bu ifadenin mefhum-u muhalifinden sanığın itirazı halinde ceza indiriminin korunmayacağı anlaşılmaktadır. Gerçekten itirazın mağdur, müşteki veya Cumhuriyet savcısı tarafından yapıldığı hallerde (CMK m.252/3) genel muhakeme usulü tatbik edilecek ve sanık hakkında cezaya hükmedildiğinde 251. maddede belirtilen ¼ lük indirim korunacaktır. Belirtelim ki burada kast edilen aleyhe itirazdır.

Sanık hakkında basit yargılama neticesinde TCK m. 106/1 uyarınca 20 ay hapis cezası verilmiş ve şahıs hakkında ¼ lük indirim tatbik edilmiş olsun. Bu durumda sanığın alacağı ceza 15 ay hapis cezadır. Verilen hükme “mağdur, müşteki veya Cumhuriyet savcısı ” itiraz ettiği takdirde genel muhakeme usulü tatbik edilecektir. Bu ihtimalde örneğin sanığın eyleminin TCK’nun 106/2. fıkrasına giren bir hale tekabül ettiği anlaşılıp sanığın cezasının 36 ay olduğuna hükmedilebilir ki bu ihtimalde ¼ lük indirim yapılsa dahi sanığın cezası 27 ay olacaktır. Bu durumda indirim korunsa da sanığın, itiraz etmediği ceza aleyhine değişmektedir

Sonuç olarak kanaatimizce, sanığın diğer süjelerle birlikte yahut tek başına asliye ceza mahkemesinin verdiği karara itiraz edilmesi halinde, sanığın suçlu bulunması halinde sanığa verilen cezada 251 /3 üncü fıkrada yer alan indirim korunmayacaktır.

Her ne kadar sanık, itiraz ettiği takdirde indirim korunmazken Cumhuriyet savcısının sanığın lehine itirazında indirimin korunması çelişkili görünebilirse de 265. maddenin 252. madde ile bertaraf edilmediği ve sanığın itirazı halinde indirim korunmaması sebebinin sanığın basit yargılamayı itiraz ile uzatmasının önüne geçme maksadı olduğu kanaatinden hareketle bu sonuca varmaktayız.

İtiraz Sonucu Verilen Hükmün Sanık Lehine Olması ve Diğer Hükümler (CMK m.252/4 – 6)

252/4. fıkrada itiraz üzerine verilen hükmün sanık lehine olması hâlinde, bu hususların itiraz etmemiş olan diğer sanıklara da uygulanma olanağı varsa bu sanıklar da itiraz etmiş gibi verilen kararlardan yararlanır denilmektedir. Bu durum bozmanın sirayeti kurumunun da sistem açısından kabul edildiğini göstermektedir.

128. Maddenin 5. fıkrasında ise (252/5) ikinci fıkra uyarınca verilen hükümlere karşı genel hükümlere göre kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmektedir

CMK’nun 268/2. fıkrası “Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir” şeklindedir. 268/3. Maddenin c bendi gereğince “Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesi” yetkilidir. İtiraz merciin kararı kesin olduğu için (271/4) artık bu karar karşı olağan bir kanun yolu imkanı kalmamış olacaktır

Doktrinde 251. maddede belirtilen sürenin geçmesi üzerine kesinleşen hüküm hakkında CMK m. 309 gereği kanun yararına bozma müessesinin tatbik edilebileceği belirtilmektedir

7188 SAYILI KANUN SONRASI UZLAŞTIRMA KURUMU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

7188 Sayılı Kanun’la Uzlaştırma Kurumunda Yapılan Düzenlemeler

Uzlaştırma müessesesi ile ilgili CMK’da yapılan son düzenleme, 17.10.2019 tarihinde kabul edilen ve 23.10.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la olmuştur. Bu Kanunun 26. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunun uzlaştırmayı düzenleyen 253. maddesinde, süre ile ilgili, uzlaştırmaya tabi suçlar ile ilgili ve uzlaştırma kapsamı ile ilgili üç önemli değişiklik yapılmıştır.

Kanun’la esas itibariyle bir ceza muhakemesi kanunu müessesesi olan uzlaşma tamamıyla Ceza Muhakemesi Kanununa alınmıştır. Ayrıca uzlaşmaya tabi suçların sayısı artırılmıştır.

Kanun’la Ceza Muhakemesi Kanununun 253. maddesine 3. fıkra olarak aşağıdaki metin eklenmiştir: "Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz."

Kanun’la uzlaşma müessesesi uzlaştırma olarak değiştirilmiş ve ceza muhakemesinde uzlaştırma başta olmak üzere alternatif çözümlerin uygulanmasında idari bir organ olarak Adalet Bakanlığı bünyesinde Alternatif Çözümler Daire Başkanlığı kurulmuştur. Yine bu Kanunla, uzlaştırma kapsamına dahil suçların sayısı artırılmış ve mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda uzlaştırma kapsamına dahil edilmiştir.

Uzlaştırma Süresi İle İlgili Düzenleme

Bilindiği üzere CMK, uzlaştırma için 30 günlük bir süre öngörmüş ve bu sürenin bir defaya mahsus 20 gün artırılabileceğini düzenlenmişti. 7188 sayılı Kanunla, uzlaştırmanın ek süresi artırılmış oldu. CMK’nın 253. maddenin 12. fıkrasında yer alan “en çok yirmi gün daha” ifadesi, “her defasında yirmi günü geçmemek üzere en fazla iki kez” şeklinde değiştirildi. Böylelikle, otuz günlük uzlaştırma süresine ilaveten iki ayrı yirmi günlük süre ile uzlaştırma süresine ilave edilerek nihai uzlaştırma süresi yetmiş güne çekilmiş oldu.

Buradaki süre, bir hak düşürücü süredir, sürenin aşılması durumunda uzlaştırmanın başarısızlıkla sonuçlandırdığını kabul etmek gerekir ve uzlaştırmacının ilgili yönetmeliğin 49. maddesindeki disiplin sorumluluğu da söz konusu olabilecektir.

Uzlaştırmaya Tabi Suçlar İle İlgili Düzenleme

CMK’da yer alan uzlaştırma kapsamındaki suçlara, 7188 sayılı Kanunla üç yeni suç tanımı daha eklenmiştir. Bunlar; iş ve çalışma hürriyetinin ihlali (TCK, madde 117, birinci fıkra; madde 119, birinci fıkra (c) bendi), güveni kötüye kullanma (TCK, madde 155) ve suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi (TCK, madde 165) suçlarıdır.

a. İş ve çalışma hürriyetinin ihlali (TCK, madde 117, birinci fıkra; madde 119, birinci fıkra (c) bendi)

TCK’da hürriyete karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenen iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçunun temel şekli(m.117) zaten şikayete bağlı bir suç olarak düzenlenmiştir. Fakat bu suçun nitelikli hali(m.119(c)), yani birden fazla kişiyle bir kimsenin iş ve çalışma hürriyetinin ihlali re’sen soruşturulduğundan uzlaştırma kapsamında değildi. Şu halde kanun koyucu, bu suçun nitelikli halini uzlaştırma kapsamında dahil etmiş bulunmaktadır. Fakat bu düzenlemeyle 117. maddenin diğer fıkralarında düzenlenen haller (2., 3., ve 4. fıkralar) uzlaştırma kapsamı dışında bırakılmıştır.

Güveni kötüye kullanma (TCK, madde 155)

Malvarlığına karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçu, -iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçu gibi- temel şekli (m.155/1) şikayete bağlı ve uzlaşma kapsamında iken; nitelikli hali (m.155/2) re’sen soruşturulduğundan uzlaştırma kapsamında değildi. Yeni düzenlemeyle güveni kötüye kullanma suçu da, aynı şekilde tamamen uzlaşma kapsamına alınmış bulunmaktadır.

Suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi (TCK, madde 165)

Malvarlığına karşı işlenen suçlar bölümünde düzenlenen bu suç, TCK 167/2. maddesinde belirtilen kişilerin zararına işlenmesi halinde zaten şikayete tabi ve uzlaşma kapsamındaydı. Kanunun bu düzenlemesiyle, bu suçun temel şekli de (m.165/1), uzlaşma kapsamına dahil oldu. Buradaki hukuki problem, bu suçun mağdurun her zaman doğrudan gösterilememesi ve kiminle uzlaşılacağının belirsiz olmasıdır. Doğrudan mağdurun gösterilemediği suçlarda mağdur, toplumu oluşturan herkes olduğundan uzlaşma mümkün olmayacaktır. Somut olayda suç eşyasının sahibi ancak bir gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisine ait ise, uzlaşma mümkün olacaktır. Fakat eşyanın asıl sahibi tespit edilemiyorsa uzlaştırmanın yapılamayacaktır.

Uzlaştırma Kapsamı İle İlgili Düzenleme

Yine 7188 sayılı Kanunla CMK’nın 253. maddesinin 3. fıkrası yeniden düzenlenmiş; uzlaştırma kapsamına giren bir suçun bu kapsama girmeyen başka bir suçla işlenmesi halinde mağdurun aynı olması halinde uzlaştırmanın yapılamayacağı ifade edilmiştir. Mesela, konuta gündüz vakti giren bir hırsız, ev sahibini silahla yaralasa ve bir komşusunun da paralarını çalsa, önceki düzenlemeye göre bu fiillerin hiçbirisi uzlaştırma kapsamına alınmıyordu. Çünkü bu fiillerin içerisinde silahla yaralama uzlaştırma kapsamı dışında olduğundan; diğer fiiller, hırsızlık ve konut dokunulmazlığı ihlal suçları uzlaştırma kapsamında olsa da uzlaştırma yapılmıyordu. CMK 253/3’le yapılan değişiklikle, mağdurları farklı ise uzlaştırma kapsamına giren bir suç, girmeyen bir başka suçla işlense de artık uzlaştırma yapılabilecektir. Verdiğimiz örnekte parası çalınan komşu ile fail arasında uzlaştırmanın yapılması mümkün hale gelmiştir. Fakat konut dokunulmazlığı ihlal edilen ve silahla yaralanan ev sahibi için uzlaştırma yapılamayacaktır. Çünkü bu suçların mağduru aynıdır. Konut dokunulmazlığı ihlal suçu uzlaştırma kapsamında olsa da, silahla yaralama uzlaştırma kapsamı dışındadır.

ÖNÖDEMEYE İLİŞKİN DÜZENLEMELER

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (“TCK”) 75. maddesinde düzenlenen önödeme kurumunda faile üç taksitle ödeme imkanı getirildi. Bilindiği üzere, uzlaştırma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adli para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçlarda, suçun faili verilebilecek cezanın aşağı sınırını soruşturma giderleriyle birlikte ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmamaktadır. 7188 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik uyarınca artık failin talep etmesi üzerine, bu önödeme miktarı birer ay arayla eşit üç taksit halinde ödenebilecektir. Taksitler süresinde ödenmezse önödeme hükümsüz kalır ve soruşturmaya devam edilir. Ayrıca 7188 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 32. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan dernek yöneticilerinin derneğe ait tutulması gereken defter veya kayıtları tutmaması veya tasdiksiz defter tutması suçları hakkında da önödeme uygulanabilecektir.

KAMU DAVASININ AÇILMASININ ERTELENMESİ:

Yasa öncesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 171. maddesi, hükmün uygulanmasını, diğerlerinin yanında, şikayete bağlı ve üst sınırı bir yıla kadar hapis cezasını gerektiren suç olma şartlarına bağlamıştı. Yasa, şikayete bağlı olma şartını kaldırmanın yanı sıra, hükmün kapsamını, “3 yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlar” şeklinde de tarif ederek genişletmiştir.   

Yasa ile CMK’nin 171 (2) madde ve fıkrası hükmüne yapılan ekleme ile ön ödemeye tabi suçların kapsam dışı olduğu kabul edilerek, ön ödemede bulunmayan şüpheli hakkında olağan usule göre dava açılması zorunlu kılınmıştır. Öte yandan, aynı fıkra hükmünce, ödenmesi zorunlu olan suçtan zarar görenin uğradığı zararın Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilmesi gerekli kılınmıştır. Yasa’nın ilgili madde gerekçesinde zarar tespit faaliyetinin bir hukuk mahkemesi titizliğiyle değil basit bir inceleme suretiyle yapılacağı açıklanmaktadır.  ‘Söz konusu tespit, tarafların beyanı veya sunacakları belgelere, uygun olduğu ölçüde yapılacak araştırmaya ya da nihai olarak gerekmesi halinde bilirkişi incelemesine dayanabilecektir.‘ 

Yasa ile getirilen CMK’nin 171 (6) madde ve fıkrasında sayılan suçlar erteleme hükmünün kapsamı dışında olacaktır. Ertelemeye ilişkin karar itiraza tabi olup, CMK'nin 171 (2) madde ve fıkrası hükmünün 173. maddeye yaptığı atıf nedeniyle itirazı inceleyecek makam sulh ceza mahkemesi olacaktır. İnceleme makamı karar vermek bakımından CMK'nin 171 (3) maddesinde sayılan şartların bulunup bulunmadığına bakacaktır.

Ertelememe yönündeki tercih iddianamenin iadesine neden ve itiraza da konu olamayacaktır.

Mustafa Özdemir Hukuk Bürosu
Mustafa Özdemir Uyuşmazlık ve Çözüm Bürosu
Mustafa Özdemir Hukuk Bürosu

BLOG VE MAKALELER